Bir dilek tut, herkese söyle.
Uzun bir yolculuğa başladığım ilk dakikalarda yazıyorum bunları. Henüz o ihtişamlı, tarih kokan, savaştan çok barışı hissettiren Alanya Kalesi arkamızda. Evet barış kokuyor o kale. Savaşmadan alındığı için belki de... Anlatayım...
Alaattin Keykubat bu kaleyi almayı kafasına koyduğunda, fethedilmesinin çok zor olduğunu, çok büyük kayıp vereceğini biliyormuş. Bu yüzden satın almayı bile denemiş. Olmayınca olmuyor tabi deyip dönmemiş adam. Yüzlerce keçi bulup buluşturup boynuzlarına meşale bağlamış bi gece yarısı, sonra salmış bunları kaleye doğru. Karşılarında inanılmaz kalabalık bir ordu gören Bizanslılar (çok emin değilim başka birileri de olabilir.) teslim olmuşlar haliyle. Bir damla kan dökmeden almış kaleyi Keykubat Reyiz. Kalenin eski sahipleriyle beraber yaşamışlar daha sonra zaten. O yüzden çözüm kokar buralar, akıl kokar, barış kokar... Annem kokar belki de. O yüzdendir belki de yıllardır yüzlerce çeşit milletten insanla beraber mutlu mesut yaşamamız bu şehirde.
Barış diye haykıran bir şehirden geldim buraya. Daha iyi anladım dertlerini. Alanyalılar mutluydu, sokaklarında zırhlı araçlar yoktu, yolları tanklar yüzünden bozulmamıştı, bir anda 8 polis tarafından aranır bi halde bulmuyorlardı kendilerini, sürekli kendinize dikkat edin buralarda diyen polisler de yoktu etraflarında. Potansiyel suçlu gibi davranmıyorlardı polisleri. Mutluydu işte hepsi.
Neredeydim ben? Diyarbakır, Amed, Amida...
Sabah Hasan Paşa Hanı'nda Mustafa'nın Kahvaltı Dünyası'nda yap kahvaltını. Handan çık sola dön 50 metre sonra tekrar sola dön Dört Ayaklı Minare'nin altından geçerken dilek tut. Hemen sola, yanyana iki kişinin yürüyebileceği o mükemmel yola gir. Keldani Kilisesi'ne uğra, kokla oraları çünkü ibadet edecek Keldani kalmamış bu şehirde. Aynı yoldan geri dön Minare'ye. Sola değil bu kez sağa döneceksin. 100 metre kadar ilerde tekrar sola dön. Ortadoğu'nun en büyük Ermeni Kilisesi'ne hoşgeldin. Orada seni karşılayan insanların sıcaklıkları, ilgileri doğal ve samimi korkma sakin ol. Gerçekten seni gezdirmek, bilgilendirmek istiyorlar. Başka bir dertleri yok. Şimdi kahvaltı yaptığın hana geri dön. Tam karşısındaki Ulu Cami'ye uğra, mimariye hayran ol. Avlusunda Güneş Saati'ni ara birazcık, zira kendisinin bulunduğu yer tadilatta şuan. Çıkışta sağa değil hafif sollu tam karşıya yürüyeceksin. Az ilerde solda Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi'ne gir. Ama pazar olmasın bugün. Yoksa avluda bir tur atıp "Burada yaşasam ölmem lan." gibi cümleler kurup orada tanıştığın ve hatta Toplum Gönüllüsü olmaları için bilgilendirdiğin insanlardan fotoğraf çekmelerini rica edip, dönersin geriye. Ulu Camii'nin önüne dön. Sağdaki yolu takip et. Tabelayı görünce sola dön, sonra sağa, sonra tekrar sola dön. Sağında Dengbej Evi var. Gir oraya çekinme. O oturan türkü söyler gibi, ağıt yakar gibi gördüğün abiler, amcalar Dengbej. Yani Kürt Ozanı. Başlarından geçenleri, efsaneleri anlatıyorlar. "Dillerinden anlasam ne güzel olurdu." diye konuş kendi kendine. Sonra hanın ve camiinin olduğu meydana geri dön. Düz devam et, kahverengi Sülüklü Han tabelasını gördüğün yerden gir sola. Daracık sokaklarda bitişik dükkanlar göreceksin. Demircinin yanında manav mesela. Dip dibe. Hemen az ileriden sağa gir Sülüklü Han solunda. Havandaysan şarap iç, peynirle çok iyi gidiyor. Hava çok güzelse çay iç. Sıcak sıcak. Sonra oradan çıkıp...
Zor değil mi?
En iyisi sen Furkan gibi birisinden yardım al. Onun kadar iyisini arama, bulamazsın.
Unutmaman gereken bir şey var. 'Dört ayaklı minarede tuttuğunuz dilek barış olsun.' demişti Osman Baydemir. Haklı ama eksik. O dilek diğerlerin aksine birilerine söylediğinde, yüksek sesle söylediğinde hatta haykırdığında gerçekleşecek. Dört Ayaklı Minare'nin değil dileğinin büyüsü bu. Barış'ın büyüsü.
Dileğini dilediysen, başla...
Barış, barış, barış, barış, barış...
Alaattin Keykubat bu kaleyi almayı kafasına koyduğunda, fethedilmesinin çok zor olduğunu, çok büyük kayıp vereceğini biliyormuş. Bu yüzden satın almayı bile denemiş. Olmayınca olmuyor tabi deyip dönmemiş adam. Yüzlerce keçi bulup buluşturup boynuzlarına meşale bağlamış bi gece yarısı, sonra salmış bunları kaleye doğru. Karşılarında inanılmaz kalabalık bir ordu gören Bizanslılar (çok emin değilim başka birileri de olabilir.) teslim olmuşlar haliyle. Bir damla kan dökmeden almış kaleyi Keykubat Reyiz. Kalenin eski sahipleriyle beraber yaşamışlar daha sonra zaten. O yüzden çözüm kokar buralar, akıl kokar, barış kokar... Annem kokar belki de. O yüzdendir belki de yıllardır yüzlerce çeşit milletten insanla beraber mutlu mesut yaşamamız bu şehirde.
Barış diye haykıran bir şehirden geldim buraya. Daha iyi anladım dertlerini. Alanyalılar mutluydu, sokaklarında zırhlı araçlar yoktu, yolları tanklar yüzünden bozulmamıştı, bir anda 8 polis tarafından aranır bi halde bulmuyorlardı kendilerini, sürekli kendinize dikkat edin buralarda diyen polisler de yoktu etraflarında. Potansiyel suçlu gibi davranmıyorlardı polisleri. Mutluydu işte hepsi.
Neredeydim ben? Diyarbakır, Amed, Amida...
Sabah Hasan Paşa Hanı'nda Mustafa'nın Kahvaltı Dünyası'nda yap kahvaltını. Handan çık sola dön 50 metre sonra tekrar sola dön Dört Ayaklı Minare'nin altından geçerken dilek tut. Hemen sola, yanyana iki kişinin yürüyebileceği o mükemmel yola gir. Keldani Kilisesi'ne uğra, kokla oraları çünkü ibadet edecek Keldani kalmamış bu şehirde. Aynı yoldan geri dön Minare'ye. Sola değil bu kez sağa döneceksin. 100 metre kadar ilerde tekrar sola dön. Ortadoğu'nun en büyük Ermeni Kilisesi'ne hoşgeldin. Orada seni karşılayan insanların sıcaklıkları, ilgileri doğal ve samimi korkma sakin ol. Gerçekten seni gezdirmek, bilgilendirmek istiyorlar. Başka bir dertleri yok. Şimdi kahvaltı yaptığın hana geri dön. Tam karşısındaki Ulu Cami'ye uğra, mimariye hayran ol. Avlusunda Güneş Saati'ni ara birazcık, zira kendisinin bulunduğu yer tadilatta şuan. Çıkışta sağa değil hafif sollu tam karşıya yürüyeceksin. Az ilerde solda Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi'ne gir. Ama pazar olmasın bugün. Yoksa avluda bir tur atıp "Burada yaşasam ölmem lan." gibi cümleler kurup orada tanıştığın ve hatta Toplum Gönüllüsü olmaları için bilgilendirdiğin insanlardan fotoğraf çekmelerini rica edip, dönersin geriye. Ulu Camii'nin önüne dön. Sağdaki yolu takip et. Tabelayı görünce sola dön, sonra sağa, sonra tekrar sola dön. Sağında Dengbej Evi var. Gir oraya çekinme. O oturan türkü söyler gibi, ağıt yakar gibi gördüğün abiler, amcalar Dengbej. Yani Kürt Ozanı. Başlarından geçenleri, efsaneleri anlatıyorlar. "Dillerinden anlasam ne güzel olurdu." diye konuş kendi kendine. Sonra hanın ve camiinin olduğu meydana geri dön. Düz devam et, kahverengi Sülüklü Han tabelasını gördüğün yerden gir sola. Daracık sokaklarda bitişik dükkanlar göreceksin. Demircinin yanında manav mesela. Dip dibe. Hemen az ileriden sağa gir Sülüklü Han solunda. Havandaysan şarap iç, peynirle çok iyi gidiyor. Hava çok güzelse çay iç. Sıcak sıcak. Sonra oradan çıkıp...
Zor değil mi?
En iyisi sen Furkan gibi birisinden yardım al. Onun kadar iyisini arama, bulamazsın.
Unutmaman gereken bir şey var. 'Dört ayaklı minarede tuttuğunuz dilek barış olsun.' demişti Osman Baydemir. Haklı ama eksik. O dilek diğerlerin aksine birilerine söylediğinde, yüksek sesle söylediğinde hatta haykırdığında gerçekleşecek. Dört Ayaklı Minare'nin değil dileğinin büyüsü bu. Barış'ın büyüsü.
Dileğini dilediysen, başla...
Barış, barış, barış, barış, barış...
Yorumlar
Yorum Gönder